RAPORLAR
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing RAPORLAR by Title
Now showing 1 - 20 of 1090
Results Per Page
Sort Options
Item 1-Aza-15-crown-5 veya 1,4-Dioksa-8-azaspiro[4,5]deka-Sübstitüe Mono/Bis Ferrosenilfosfazen Türevlerinin Klasik ve Mikrodalga Yöntemleri ile Sentezleri, Kristal Yapıları, Spektroskopik ve Stereojenik Özellikleri, Biyolojik Aktiviteleri ve DNA ile Etkileşimleri.(Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, 2014) Kılıç, Zeynel; Fen Fakültesi; Hökelek,Tuncer; Açık,LeylaBu proje kapsamında, öncelikle trimerin mono ve bisferrosenildiaminler ile reaksiyonlarından tetrakloro mono ve bisferrosenil spiro-fosfazenler sentezlenmiştir. Daha sonra, mono ve bisferrosenilfosfazenler ile 1,4-dioksa-8-azaspiro[4,5]dekan (DASD) bileşiğinin etkileştirilmesinden kısmen ve tamamen sübstitüe ferrosenilfosfazen türevleri elde edilmiştir. Bu reaksiyonlarda ferrosenilfosfazen/DASD stokiyometrik oranları 1:1, 1:2, 1:3 ve 1:4 olacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Tepkimeler sonucunda oluşan ürünler kolon kromotografisi yöntemi ile saflaştırılmıştır. Elde edilen sübstitüe-ferrosenilfosfazen türevlerinin yapıları element analizleri, FTIR spektrumları, kütle spektrumları, bir boyutlu ( 1H,13C- ve 31P-NMR) ve iki boyutlu (HSQC) NMR teknikleri kullanılarak kaydedilen NMR spektrum verilerinden yararlanılarak aydınlatılmıştır. Ayrıca, sentezlenen bileşiklerden bir tanesinin stereojenik özelliği yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (HPLC) tekniği ile incelenmiştir. Uygun tek kristali oluşan bileşiklerin X-ışını kırınımmetre yöntemi ile kristal yapıları, fosfazen halkasının ve sübstitüentlerin konformasyonları ve yapılardaki molekül içi ve moleküllerarası hidrojen bağları incelenmiştir. Ayrıca, bileşiklerin bazı bakteri ve mayalara karşı antimikrobiyel, HeLa kanser hücresine karşı sitotoksik etkileri ve DNA ile etkileşimleri araştırılmıştır.Item 2-D nanotabaka bazlı MFI ince filmlerinin hazırlanması(Ankara Üniversitesi : Bilimsel Araştırma Projeleri, 2018) Topuz, Berna; Mühendislik Fakültesi2D gözenekli malzemeler (zeolit ya da MOF) son yıllarda ince membran üretimi için oldukça dikkat çekmektedir. Bu çalışma 3 nm kalınlığında ve ortalama 400 nm uzunluğunda esnek yapıya sahip MFI nanotabakalarının gözenekli destekler üzerinde kolay ve yönelimli olarak 50 nm kalınlığında sürekli olarak paketlenebildiğini göstermiştir. Bu proje kapsamında gözenekli destekler üzerinde hazırlanması hedeflenen çok ince (<50 nm) az hatalı/hatasız MFI film üretimi için, uygun katmanlı MFI sentez koşulları araştırılmıştır. Katmanlı yapıda sentezlenecek MFI nanotabakalarının boy-kalınlık oranının arttırılması hedeflenmiştir. MFI nanotabakaları C22 alkil polimer zincirine sahip organik şablon molekülü kullanılarak sentezlenmiştir. Organik şablon molekülünün yapısında bulunan amin grupları geleneksel MFI kristal yapısının oluşumuna neden olan Tetrapropil amonyum görevinde MFI kristalinin yanal düzlemde kristalizasyonuna (kristalografik ac-düzlemi) neden olurken uzun polimer zincirleri kristalin dik düzlemde (kristallografik-b yönü) büyümesine engel olmaktadır. Bu nedenle, MFI nanotabakalarının tek aşamalı hidrotermal yöntemle üretimi kullanılan organik şablon molekülüne bağlı olmakla birlikte sentez kompozisyonu ve sentez koşulları (sentez sıcaklığı/süresi, durgun ya da dönerek) nanotabakaların boyutu ve kristallik oranını etkilemektedir. Çalışma kapsamında 1 mikron üzerinde uzunluğa sahip nanotabaka üretimi için, uygun şablon molekülü hazırlanması ve kristalizasyon koşulları araştırılmıştır. Hazırlanan katmanlı MFI katmanlarına ayrılarak uygun çözücü içerisinde dağıtılacak ve gözenekli alümina destekler üzerine vakum filtrasyonu ile kaplanmıştır. Katmanlı MFI, XRD ve SEM ile karakterize edilmiş, nanotabakaların karakterizasyonunda TEM kullanılmıştır. Ayrıca kaplama sonrasında destek üzerinde kaplama kalınlığı FIB-SEM ile belirlenmiştir.Item 2-NAFTOLDEN NEROLİN ÜRETİM PROSESİNİN GELİŞTİRİLMESİ(2003) TAKAÇ, Serpil; Mühendislik Fakültesi2-Naftolün (2-NP) metil alkol (MeOH) ve etil alkol (EtOH) ile oluşturduğu ve nerolin olarak isimlendirilen eterler -sırasıyla 2-metoksinaftalin (2-naftil metil eter; 2-NME) ve 2-etoksinaftalin (2-naftil etil eter; 2-NEE)- aromaları nedeniyle parfüm endüstrisinde; 2-NME ayrıca farmasötik endüstrisinde önemli kimyasallardır. Bu projede, 2-NME ve 2-NEE üretimlerinde sıvı ve katı asit katalizör türü ile derişimi, 2-NP/alkol mol oranları, sıcaklık, inert ortam ve ortak-çözücü etkileri -girdi ve ürün derişimlerinin kalma süresi ile değişimleri ve yan ürünlerin dağılımı belirlenerek- incelenmiş ve yüksek dönüşüm ile ürün seçimliliği veren koşullar araştırılmıştır. Aktiviteleri araştırılan sıvı asit katalizörler HClO4, H2SO4, HCl ve H3PO4, katı asit katalizörler montmorillonit kil K-10, heteropoliasit dodekatungstofosforik asit (DTP), iyon değiştirici reçineler (H+ formunda Amberlyst 15, Dowex 50WX2) ile, farklı yöntemlerle hazırlanan %30, 60, 80 H2SO4/K-10 ve %25, 50, 75 DTP/K-10 arasından seçimlilik açısından en iyi sonucu H2SO4 vermiş ve diğer parametrelerin etkisi bu katalizör ile incelenmiştir. Tepkime koşullarında eter ile birlikte oluşan yan ürünler 2-naftol temelli (başlıca C-alkilasyon ve oksidasyon ürünleri) ve alkol temelli (eterleşme ve oksidasyon ürünleri) olarak gruplandırılmıştır. SN2 mekanizması üzerinden gerçekleşen eterleşme tepkimelerinde, 2-NP dönüşümü, ürünlerin seçimliliği ve yan ürünlerin dağılımı birlikte değerlendirildiğinde 2-NME üretimi için en uygun işletim koşullarının atmosfer basıncında; 50oC reaksiyon sıcaklığı, 1/10 2-NP/MeOH girdi mol oranı, 1.0 mol/L H2SO4 katalizör derişimi, girdi ve çözücü olarak sadece MeOH kullanımı ile olduğu belirlenmiş ve bu koşullarda %65 2-NP dönüşümü ve %41 seçimlilik ile 2-NME üretilmiştir. 2-NEE üretimi için de incelenen koşullar arasında 70oC reaksiyon sıcaklığı, 1/10 2-NP/EtOH girdi mol oranı ve 0.2 mol/L H2SO4 katalizör derişiminin uygun olduğu sonucuna varılmış; bu koşullarda %73 2-NP dönüşümü ve %5 2-NEE seçimliliği elde edilmiştir. İncelenen her işletme koşulunun verileri nicel ve nitel olarak değerlendirilerek karmaşık tepkime yolizleri önerilmiş; 2-NP kaybolma, 2-NME ve 2-NEE oluşum tepkime kinetikleri belirlenmiştir.Item 3-OKSOPROPANNİTRİLLERİN MANGAN(III) ASETAT ARACILIĞINDA ?,ß-DOYMAMIŞ AMİTLERLE RADİKALİK HALKALAŞMA REAKSİYONLARI VE 4-SİYANO-2,3-DİHİDROFURAN-3-KARBOKSİAMİTLERİN SENTEZİ (Free Radical Cyclization of 3-oxopropanenitriles Mediated Manganese(III) Acetate with ?,ß-Unsaturated Amides and Synthesis of 4-cyano-2,3-dihydrofuran-3-carboxyamides)(2009) ÖKTEMER, Atilla; Fen Fakültesi; BURGAZ, Vildan (Araştırma Sorumlusu); YAKUT, Mehtap (Araştırma Sorumlusu); ALAGÖZ, Oğuzhan (Araştırma Sorumlusu); YILMAZ, Mehmet (Araştırma Sorumlusu)Item 3-Oksopropannitrillerin mangan(ııı) asetat aracılığında ?,ß-doymamış amitlerle radikalik halkalaşma reaksiyonları ve 4-siyano-2,3-dihidrofuran-3-karboksiamitlerin sentezi (Free radical cyclization of 3-oxopropanenitriles mediated manganese(ııı) acetate with ?,ß-unsaturated amides and synthesis of 4-cyano-2,3-dihydrofuran-3-carboxyamides)(2009) Burgaz, Vildan [ve diğerleri...]Item 3D Bimetrik Maksiller Distalizasyon Arkları ve Begg İntraoral Distalizasyon Sisteminin Dentofasiyal Yapılar Üzerine Etkilerinin Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi(Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, 2004) Züleyha Mirzen, Arat; Diş Hekimliği FakültesiBu çalışmanın amacı, Angle sınıf II molar ilişkiye, iskeletsel sınıf I veya sınıf II malokluzyona ve düzgün veya minimal çapraşıklığı bulunan mandibuler dental arka sahip bireylerde üst birinci molar distalizasyonu için ağız içi kuvvet uygulayan intermaksiller yöntemler olan 3D bimetrik maksiller distalizasyon ve Begg intraoral distalizasyon sistemlerinin dentofasiyal yapılar üzerine etkilerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesidir. Bu amaçla, 21 bireye 3D bimetrik maksiller distalizasyon arkları, 17 bireye çift sarımlı tek looplu Begg intraoral distalizasyon arkları uygulanmıştır. Alt dental arkta ankrajı arttırmak için, 3D bimetrik maksiller distalizasyon sistemi uygulanan grupta 0.019x0.025.lik köşeli nitinol ark telleri, Begg intraoral distalizasyon sistemi uygulanan bireylerde alt 7 no.lu dişler de bantlanmış, 0.018” ankraj bükümlü arklar ve premolar dişlere kronu distale doğru eğecek şekilde doğrultucu zemberekler uygulanmıştır. 3D bimetrik maksiller distalizasyon sistemi ile tedavi gören bireylerde sınıf II molar ilişkinin sınıf I molar ilişkiye taşınma süresi 3.4 ay, Begg intraoral distalizasyon sistemi ile tedavi gören bireylerde ortalama 6,5 aydır. Lateral sefalometrik filmlerde iskeletsel yapı, dentoalveoler yapı ve yumuşak doku profiline ait 12 açısal, 33 boyutsal, 2 orantısal ölçüm yapılmıştır. Sınıf I molar ilişkiye üst birinci molar distalizasyonu ve alt birinci molar mesializasyonu ile ulaşılmıştır. Her iki distalizasyon sisteminde de, sistem içerisinde kullanılan sınıf II elastiklerin etkisi ile üst kesici dişlerde ekstrüzyon gözlenmiştir. Üst birinci ve ikinci molar dişler distale devrilmişler ve dentoalveoler yükseklikleri azalmıştır. Alt kesici dişlerde sınıf II elastiklerin etkisi ile protrüzyon, alt molar dişlerde ise ekstrüzyon ve mesializasyon izlenmiştir. Alt molar ankrajının korunması bakımından Begg ıntraoral dıstalızasyon sıstemının daha avantajlı olduğu görülmüştür. 3D bimetrik maksiller distalizasyon grubunda, alt dental ark sıralandıktan sonra sistem uygulandığı, Begg intraoral distalizasyon grubunda ise distalizasyon ve alt dental ark sıralanmasının aynı anda yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda, alt kesici protrüzyonunun benzer olduğu saptanmıştır. Mandibuler düzlem açısında, 3D bimetrik maksiller distalizasyon sisteminde artış tespit edilmezken, Begg intraoral distalizasyon sistemi uygulanan grupta önemli bir artış tespit edilmiştir. Her iki grupta da, overjet ve overbite önemli miktarlarda azalmış, okluzal düzlem eğimleri ise artmıştır. Alt dudak protrüze olan alt kesici dişlerin etkisi ile ileri hareket etmiştir.Item 3D Mikro-BT Görüntüleme Yöntemi ile Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Metastatik ve Non-metastatik Lenf Nodlarının Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi(Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, 2022) Cangır, Ayten Kayı; Göğüs Cerrahisi; Tıp FakültesiAkciğer kanseri (AK); hem dünyada hem de ülkemizde en sık görülen ve tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen kansere bağlı ölümlerde en sık neden olan kanserdir. Akciğer kanserinde doğru tanı ve preoperatif evreleme tedavi yönteminin seçilmesi, hasta yönetimi açısından çok önemlidir. Evrelemede mediastinal lenf bezi metastazı varlığının gösterilmesi cerrahi ve cerrahi sonrası tedavi sürecine yön veren ana etkenlerdendir. Mediastinal lenf bezi metastazı varlığı durumunda uygun hastalarda cerrahi rezeksiyonu takiben adjuvan kemoterapi önerilmektedir. Akciğer kanserinde 5 yıllık genel sağkalımın hala beklenen düzeyde olmaması, tanı ve evreleme aşamasında sübjektif değerlendirme ve zaman kaybı gibi pratikte yaşanan sorunlar göz önüne alındığında gelişen teknoloji ile doku bütünlüğüne zarar vermeyen ve mikron boyutunda çekim imkanı sunması sebebiyle mikro BT gibi yeni yöntemlerin denenmesi ve kullanılması söz konusu olmuştur. Bu çalışmada, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı’nda Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri tanısıyla opere edilen, neoadjuvan kemo-radyoterapi öyküsü olmayan, mediastinal lenf bezi metastazı saptanan 8 hastadan elde edilen 12 parafin blok değerlendirmeye alındı. Hemotoksilen- Eosin ile fikse edilen parafin bloklardan elde edilen, tümör alanı, antrakoz, lenfoid doku, yağ doku alanları kırmızı, mavi, yeşil ve gri renklerle boyanarak 47 ROI alan görüntüleri Bruker Mikro BT ile 4-10 mikron boyutunda çekimleri tamamlanarak rekonstrükte edilmiş ve analizleri yapılmıştır. Çekimler, analizler, görüntü karşılaştırmaları, histopatolojik ve istatistik değerlendirmeleri çift kör olarak yapılmıştır. Çalışmada percent object volüme (nesne hacmi yüzdesi), intersection surface (kesişim yüzeyi), structure thickness (doku kalınlığı), structure linear density (yapı doğrusal yoğunluğu), connectivity (konnektivite), connectivity density (konnektivite yoğunluğu), closed porosity (kapalı gözeneklik) yüzdesi, open porosity (açık gözeneklik) yüzdesi analiz edilerek görüntüler karşılaştırmalı sonuçları değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar ROC eğrisi ile değerlendirildiğinde 8 değişken ile oluşturulan 4’lü kümede cluster ile ROC eğrisi ile analiz yapıldığında histopatolojik inceleme ile %58,8 oranında, lenfoid doku olarak işaretlenen alanlar histopatolojik inceleme ile %90,9 oranında benzerlik gösterdiği görüldü. Open porosity percent ve closed porosity percent ile oluşturulan 4’ lü analizde; tümöral olarak işaretlenen alanlar %100 olarak, lenfoid doku olarak işaretlenen alanlar %63,6 olarak, antrakoz olarak işaretlenen alanlar %88,9 olarak ayırt edildi. Closed porosity percent ile oluşturulan analizde tümöral alanlar %82,4 olarak, antrakoz %66,7 olarak yoğunlaştığı görülmüştür. Lenfoid doku olarak işaretlenen alanlar %90,9 olarak, yağ doku ise %80 olarak birlikte yoğunlaştığı görülmüştür. Tümör ve diğerleri olarak 2 küme halinde sınıflandırma yapıldığında ve closed porosity değişkeni kullanıldığında; closed_porosity percent değeri 4,4 ve daha büyük olanlar tümöral alan olarak anlamlı bulunmuştur. Tümör ve olarak sınıflandırıldığında connectivity değişkeni kullanılarak analiz yapıldığında; connectivity değeri 1990 ve daha büyük olanlar tümör olarak alınabilir. Tümör verileri çıkarılınca kalan verilerde, antrakoz ve diğerleri olarak iki grup yapıldığında ve connectivity değişkeni kullanılarak analizi yapıldığında; connectivity değeri 920 ve daha büyük olanlar antrakoz olarak alınabilir. Tümör verileri hariç tutularak antrakoz, lenfoid doku ve yağ doku şeklinde üç grup oluşturularak ve connectivity değişkeni kullanılarak analizi yapıldığında, connectivity değeri 474,5 ve altında olanlar lenfoid doku, 474,6 ve 920 arasında olanlar yağ doku, >=920 olanlar ise antrakoz olarak tanımlanabilmiştir. Tümör de dahil edildiğinde 1990 ve üzeri değerlerin tümöral alan olarak %100, 474,5 ve altındaki değerlerin %72,7 oranında lenfoid doku, 474,6-919 aralığındaki değerlerin %90 oranında yağ dokuyu, 920-1989 aralığındaki değerlerin %100 oranında antakoz dokuyu saptadığı görüldü. Connectivity değişkeni baz alınarak dört patolojik grup ayrı ayrı değerlendirildiğinde tümöral dokunun 2100-3399 arasında değer aldığı ve median değerin 2550 olduğu, lenfoid dokunun 280-1579 arasında değer aldığı ve median değerin 408 olduğu, antrakozlu dokunun 990-1880 arasında değer aldığı ve median değerin 1552 olduğu, yağ dokunun ise 520-1200 arasında değer aldığı, median değerinin ise 744 olduğu görülmüştür. Akciğer kanserinde doğru tanı, evreleme ve hasta yönetiminde mediastinal lenf bezi metastaz varlığının tespiti çok önemlidir. Yaptığımız çalışmada mikro BT görüntü ve analizlerinin histopatolojik değerlendirme ile karşılaştırmasında tümör odakları seçilmiş ve referans değerleri ortaya konulmuştur. Bu çalışmanın ilerleyen dönemlerde frozen inceleme de dahil olmak üzere akciğer kanseri yönetiminde tanı yöntemi olarak değerlendirilebileceği görülmüştür.Item 46, XY kromozom kuruluşlu cinsel gelişim bozukluğu gösteren bireylerde androjen reseptör gen değişikliği araştırılması(2013) Ilgın Nuri, Hatice ( Proje Yürütücüsü ); Topçu, Vehap (Araştırma Sorumlusu); Tükün, Ajlan (Araştırma Sorumlusu); Öcal, Gönül (Araştırma Sorumlusu); Berberoğlu, Merih (Araştırma Sorumlusu); Şıklar, Zeynep (Araştırma Sorumlusu); Aycan, Zehra (Araştırma Sorumlusu)Item A Rapid lateral flow stool antigen immunoassay for the diagnosis and eradication of Helicobacter pylori infection in children with recurrent abdominal pain(2008) KANSU, Aydan; Tıp FakültesiBackground/Aim:Several diagnostic tests are used for the detection of Helicobacter pylori infection. Aim of this study was to evalute the usefulness of novel, rapid stool antigen test (Rapid HpSA test LİNEAR Chemical) based on lateral flow immunoassay and 14C- urea breath test (UBT) for diagnosing and conforming H.pylori infection eradication in children. Methods:One hundered and nine children who have undergone upper gastrointestinal endoscopy due to abdominal symptoms were included in the study. 14C-UBT and Rapid HpSA test were performed to all children. Patients were defined as H.pylori –infected when histology was positive for H.pylori. H. pylori-infected patients were offered a tripple therapy regimen that included clarithromycin and amoxicillin (15 days) plus omeprazole (30 days). Endoscopy, 14C-UBT and Rapid HpSA tests were repeated 4-6 weeks after stopping the treatment.Results: The mean age of the children was 12.1 years (range:5-17 years). Of the 109 children, 40 (36.6%) were H.pylori-infected. Sensitivity of Rapid HpSA and 14 C UBT were 65% and 92.5% (p=0.0003), specificity of Rapid HpSA and 14 C UBT were 92.3% and 85.5% (p=0180). Seventeen children were evaluated after therapy. Eradication rate was 70.5%. After eradication, sensitivity of Rapid HpSA and 14 C UBT were 60% and 100%, specificity of Rapid HpSA and 14 C UBT were %100. Conclusion: H.pylori was detected in 40 (36.6%) of 109 children. 14C UBT was more reliable than The Rapid HpSA test for the diagnosing and confirming eradication of H .pylori infection in children.Item Abdominal aort anevrizması tarama programı(Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, 2014) Bengisun, Uğur; Tıp Fakültesi; Koç,Mehmet Ali; Üstüner,EvrenAbdominal aort anevrizması(AAA) kabaca tüm ölümlerin %1’ine, yaşlılar arasındaki ölümlerin ise %2’sine neden olmaktadır. İleri yaş, erkek cinsiyet ve sigara AAA için en önemli risk faktörleri arasında sayılmaktadır. AAA büyük bir çoğunlukla asemptomatiktir. Genellikle başka bir şikayet için yapılan rutin bir karın muayenesinde veya bir görüntüleme sırasında insidental olarak saptanır. Saptanamayan AAA’lar ise rüptür riskiyle karşı karşıyadır. Yüksek oranda mortaliteye neden olan rüptür ile anevrizmanın çapı arasında korelasyon bulunmaktadır. Rüptüre AAA mortalite oranlarının çok yüksek olması ve tedavi edilebilir olması bu hastalığın toplumda taranmasını gündeme getirmiştir. İngiltere, Danimarka, Norveç, İsveç ve Avusturalya gibi birçok ülkede AAA tarama çalışmaları yapılmıştır. Bir pilot çalışma olarak tasarlanan çalışmamıza Keçiören ilçesinde bulunan 62 Aile Sağlığı Merkezi’nden yönlendirilen 60 yaş ve üzeri 239 erkek gönüllü başvurdu ve dahil edildi. Tek çalışmadan çıkarma kriteri, önceden bilinen AAA olması olarak belirlendi. Tüm gönüllülere B-mod ultrasonografi yapılarak en geniş olduğu yerde infrarenal aortun eksternal(dıştan-dışa) çapı anteroposterior ve transvers olarak ölçüldü. 11 kişide(%4,6) anevrizma tespit edildi. Sonuç olarak çalışmamızda tespit edilen AAA oranı literatür ile uyumludur. Fakat bu çalışma küçük ölçekli bir pilot çalışma olarak yapıldığından çok daha büyük ölçekli çalışmalara ihtiyaç vardır. Yapılacak büyük ölçekli çalışmalar prevalans hakkında daha fazla bilgi sağlayacak ve yapılacak maliyet analizleri ile meme kanserinde olduğu gibi bir toplum taraması başlatılmasının gerekliliği anlaşılacaktır.Item Abortus imminenslerde prediktif bir marker olarak human koryonik gonadotropin, progesteron, plasental protein 13(2012) Söylemez, Feride ( Proje Yürütücüsü ); Yalçın, İbrahim ( Araştırma Sorumlusu )Item Adana Havzası KB’sında Miyosen Birimlerinin Ortamsal Analizi ve Petrol Jeolojisi Açısından İncelenmesi(2003) BÜYÜKUTKU, Aynur; Mühendislik Fakültesi; BÜYÜKUTKU, AynurBu proje kapsamında Adana Havzası kuzeybatısında yer alan Miyosen birimlerinin petrol potansiyeli arazi gözlemlerinden yararlanılarak belirlenmiştir. Araiden derlenen numuneler laboratuvar analizlerine tabi tutulmuştur. Kuzgun formasyonu kumtaşları ve Karaisalı formasyonuı kireçtaşlarının sedimantolojik ve sedimanter petrografik özellikleri optik mikroskop yardımıyla belirlenmiştir. Karaisalı kireçtaşlarının mikrofasiyes analizi yapılmıştır. Bu çalışmanın amaçlarından birisi Kuzgun Formasyonu kumtaşı ve Karaisalı Formasyonu kireçtaşlarının diyajenetik tarihçesinin ve rezervuar özelliklerinin belirlenmesi olmuştur. Bu amaçla numuneler üzerinde X-Ray ve elektron mikroskop analizleri yapılmıştır. Bu çalışmada X-Ray analizleri diyajenetik yorumlamada göreceli mineral bolluklarını belirlemede yardımcı olmuştur. Ayrıca numuneler üzerinde porozite permeabilite ve kapiler basınç analizleri yapılarak hazne kaya özellikleri belirlenmiştir. Sonuç olarak Kuzgun Formasyonu kumtaşları ve Karaisalı formasyonu kireçtaşlarının hazne kaya özelliğinde oldukları belirlenmiştir. Yapılan organik jeokimya analiz sonuçlarına göre Güvenç formasyonu şeyllerinin petrol değil gaz türetebileceği fakat hidrokarbon türetebilecek olgunluğa henüz erişmediği belirlenmiştir. Ayrıca iz fosiller yardımı ile Kuzgun Formasyonu kumtaşlarının ortam analizi yapılmıştır.Item Adrenerjik Reseptör Blokeri İlaçların Kalbin Substrat Metabolizması Üzerindeki Etkilerinin Miyosit Hücre Kültürlerinde İncelenmesi(2010) BEŞİKCİ, Arzu; Eczacılık Fakültesi; SÜZMEÇELİK, Elif (Proje Sorumlusu); İRAT, Ali Murat (Proje Sorumlusu)Beta adrenerjik reseptör bloke edici ilaçlar (β-blokerler) hipertansiyon, iskemik kalp hastalıkları ve aritmiler gibi çok sayıda kardiyovasküler hastalığın tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Geçmişte kalp yetmezliği tedavisinde kontrindike oldukları düşünülmüşse de, günümüzde kalp yetmezliği semptomlarını ve mortaliteyi azalttıkları için bazı β-blokerler tedavide başarıyla kullanılmaktadırlar. Bu indikasyonda kullanılan β-blokerler, etkinlik yönünden birbirlerinin aynı değildir. Hem α1 hem de β adrenerjik reseptörleri bloke eden karvedilolün, kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan öteki β-blokerlere üstünlük gösterdiği klinik çalışmalarla gösterilmiştir. Bu çalışmada karvedilol’ün miyosit substrat kullanımı üzerindeki olası etkileri incelenmiş ve bu etkiler öteki β-blokerlerle karşılaştırılmıştır. C2C12 hücreler %10 fetal sığır serumu içeren DMEM ortamında büyütülmüş ve %1 serumlu çözeltide farklılaştırılmıştır. Metabolik her substrat için validasyon ve kullanılan ilaçlar için doz belirleme süreçlerinden sonra hücrelerin kontrol (herhangi bir ilaç içermeyen) ve ilaç tedavili ortamlarda metabolik hızları belirlenmiştir. Karvedilol, hem dinlenme durumundaki hem de adrenalinle stimüle edilen hücrelerde 100 µM dozda uzun zincirli yağ asidi kullanımını yaklaşık %40 azaltıp glikoliz hızını da arttırmıştır. Benzer etkiler prazosin (α1 bloker) kullanımı ile de gerçekleşirken propranolol ve bisoprolol bu parametreleri etkilememiştir. Bu çalışmada elde edilen veriler ışığında, karvedilol’ün enerjetik substrat metabolizması üzerindeki etkilerinin β reseptörlere ek olarak α1 reseptörleri de bloke etmesinden kaynaklandığını ve kalp yetmezliği tedavisinde gösterdiği üstünlüğün de bu metabolik etkisinden kaynaklanıyor olabileceğini düşünmekteyiz.Item AĞARTMA İŞLEMİNİN TEMEL METAL ALAŞIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN İN VİTRO DEĞERLENDİRİLMESİ(2007) AYDIN, A. Kevser; Diş Hekimliği FakültesiÇalışmamızda, ısıl işlem uygulanmış bir temel metal alaşımının korozyon davranışı ve element salınımı üzerinde, % 10 luk hidrojen peroksit (HP) ve % 10 luk karbamid peroksit (KP) ağartma solüsyonlarının etkilerinin in vitro olarak incelenmesi amaçlandı. Sabit protez uygulamalarında kullanılan bir Ni-Cr alaşımından siklik polarizasyon testi için silindir şeklinde 60 örnek (çap 4 mm, yükseklik 25 mm); statik daldırma (element salınımı, ES) testi için disk şeklinde 108 örnek (çap 4 mm, kalınlık 10 mm) mum eritme tekniği ile döküldü. Dökümden önce, kütle bileşimini belirlemek amacıyla alaşım çekirdeği X-ışınları floresans spektroskopisi (XRF) ve enerji dağılımlı spektrometre (EDS) ile incelendi. Porselen fırınlama simülasyonu için yansıtılan sıcaklık uygulama işlemleri ve polisaj şu şekilde yapıldı; 1. Grup (kontrol grubu): döküm ve cila (ısıl işlemin olmadığı döküm sonrası statü); 2. Grup: döküm, 950 oC de 5 dk. süre ile fırınlama ve cila (ortalama değer üzerinden fırınlama yapılmış statü); 3. Grup: döküm, metal-porselen sistemlerine ait siklus şeklinde fırınlama (porselen uygulanmadan) ve cila (siklus tipi fırınlama yapılmış statü). Temizlik ve dezenfeksiyon için standart işlemler uygulandı. Deneylerden önce her gruptan elektrokimyasal korozyon testleri için 10’ar ve ES testleri için 15’ er örnek, alaşım yüzeylerindeki labil elementlerin uzaklaştırılması için % 0.9 luk salin’de bekletildi (ön işlem statüsü). Farklı deney gruplarının, 37 oC de ve oksijen varlığında, pH’ ı 6.5 olan ağartma maddelerinde ( % 10 HP, % 10 KP solüsyonları) korozyon davranışını değerlendirmek için siklik potansiyodinamik polarizasyon testleri yapıldı ve örneklerin korozyon potansiyeli (Ecorr) ve korozyon akım yoğunluğu (Icorr) belirlendi (n=5). Örneklerin oksit tabakası bozulma potansiyelleri (Ebr) ve pasif bölgeleri grafiksel olarak yorumlandı. Alaşımın çukurcuk korozyonuna yatkınlığını belirlemek için korozyon eğrilerindeki histerezis oluşumu değerlendirildi. Ek olarak, aynı eğrilerden yararlanılarak örneklerin korozyon oranları (mpy) da hesaplandı. Salınan toplam kütle miktarı, grafit fırınlı atomik absorpsiyon spektrofotometri ile ölçüldü. Deney gruplarındaki örnekler (n = 5) 1, 15 ve 30 günlük periyodlar ile günde 8 saat olmak üzere ağartma solüsyonlarına maruz bırakıldı. ES, ağartma öncesi haftada (% 0.9 salin; ön işlemin etkisi için); ağartma döneminde ve ağartma sona erdikten sonraki ayda [ 0.1 M fosfat tampon solüsyonu (PBS), ağartma işleminin ES üzerindeki etkisinin devamlılığı için] ölçüldü. Kontrol gruplarına 0.1 M PBS (pH= 6.5) uygulandı. Ağartma ve kontrol solüsyonları hergün yenilendi. SP testi için gruplar arası Ecorr ve Icorr değerlerinin; ES testi için salınan toplam kütle miktarının (30 günlük intervalde) karşılaştırılmasında, varyanslar homojen olarak dağılım gösterdiğinde tek yönlü ANOVA testinden yararlanıldı. Fark olduğu gözlenen gruplarda, bu farkın hangi grup ve/veya gruplardan kaynaklandığını belirlemek için Dunnett T3 testi uygulandı (?= 0.05). Varyansların homojen dağılım göstermediği gruplarda, istatistik analizler için Kruskal-Wallis testinden yararlanıldı (?= 0.05). Ağartma sırasında (ilk 30 günlük interval) ve ağartma sonrasında (ikinci 30 günlük interval) Ni, Cr ve Mo elementlerinin salınım miktarları, ortalama değerler üzerinden karşılaştırıldı. Her iki test grubu için yüzey morfolojisi ve bileşime ilişkin inceleme EDS bağlantılı bir tarama elektron mikroskobu (SEM/EDS) ile yapıldı. Alaşım yüzeylerinde (oksit tabakasında) mevcut olan elemental unsurları belirlemek ve bunların kimyasal statülerini teşhis etmek amacıyla X-ışınları fotoelektron spektroskopi (XPS) spektrumlarından yararlanıldı. Siklik polarizasyon ve element salınımı testleri arasındaki korelasyonu istatistiksel [Pearson korelasyon katsayısı kullanılan Basit Doğrusal Regresyon ve Korelasyon Analizi, (?= 0.01)] olarak değerlendirmek için iki veri grubu (korozyon parametreleri ve total kütle kaybı) kullanıldı. Sadece ön işlem sonrası KP uygulanmış test grupları için korelasyon belirlenmesi sebebiyle, iki farklı yöntemden elde edilen bulgular ayrı ayrı değerlendirildi. SP testine ait sonuçlarımız Ni-Cr alaşımının HP ve KP elektrolitlerinde korozyona uğradığını; HP nin KP ye oranla daha koroziv olduğunu; tüm test gruplarının aktiften pasife geçiş özelliği sergilediğini; siklus tipi fırınlama statüsünün (3. grup) HP ve KP elektrolitleri için korozyona en yatkın olduğunu; korozyon oranlarının (mpy) tüm gruplarda Icorr değerleri ile uyumlu olduğunu; özellikle ağızda metal porselen restorasyonlar bulunduğunda ağartma için % 10 KP nin tercih edilmesi gerektiğini; ağartma öncesi ön işlem uygulamasının (salin-HP ve salin-KP statüleri) HP ve KP maddeleri arasında korozyon parametreleri için farklı sonuçlar verdiğini; fırınlama simülasyonu için ortalama bir sıcaklık değerinin, siklus tipi fırınlama simülasyonu için yeterli olmadığını; oksit tabakasının güçlendirilmesinde Cr ve Mo in yanı sıra Si, Nb ve özellikle Ce un da etkili olduğunu: testler sonrası pasif tabaka yüzeyinin genellikle Cr2O3, NiO ve MoO3 içerdiğini göstermiştir. ES (statik daldırma) testine ait sonuçlarımız ağartma uygulamasında Ni-Cr alaşımında ES oluştuğunu; HP uygulamasındaki element salınımının KP uygulamasındakine oranla daha yüksek olduğunu; KP ve HP (genellikle) uygulamalarındaki element salınımının, salin sonrası KP (salin-KP) ve salin sonrası HP (salin-HP) uygulamalarındakine oranla daha yüksek olduğunu; ağartma sonrası element salınımının devam ettiğini ve önceden HP uygulanmış gruplarda element salınımının KP uygulanmış olanlara oranla daha yüksek olduğunu; element salınımının ısıl işlem uygulanmamış grupta (1. grup), fırınlama uygulanmış olanlardakine (2. ve 3. grup) oranla daha fazla olduğunu; en yüksek miktarda salınan elementin genellikle Ni olduğunu; salınan iyon miktarının, kabul edilebilir üst alınım seviyesinin (eşik değer) altında kaldığını; element salınımındaki artışın zamana bağlı olduğunu; oksit tabakasının güçlendirilmesinde Cr ve Mo in yanı sıra Si, Nb ve özellikle Ce un da etkili olduğunu; testler sonrası pasif tabaka yüzeyinin genellikle Cr2O3, NiO ve MoO3 içerdiğini göstermiştir.Item AĞIZDA KULLANILAN Nİ-CR METAL ALAŞIMININ OLUŞTURDUĞU ALERJİK VE TOKSİK REAKSİYONLARA ELEKTROMANYETİK ALANIN ETKİSİ(2003) ULUDAĞ, Bülent; Diş Hekimliği FakültesiAğızda kullanım alanı olan, Ni-Cr metal alaşımının oluşturduğu doku reaksiyonlarına karşı, tıpta geniş kullanım alanı bulmuş elektromanyetik alan uygulamasının olumlu veya olumsuz etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Ni-Cr içerikli Wiron 88 metal alaşımından elde edilmiş deney örnekleri farelerin sırtına deri altı bağ dokusuna subkutanöz implantasyon tekniği ile yerleştirilmiştir. Deney periyodu olarak 15, 30, 90 günlük 3 ayrı süre seçilmiş ve bu süreler sonunda 4 ayrı araştırma grubu ile EMA içinde ve dışında bırakılmış, implantlı ve implantsız farelerden elde edilen doku kesitleri histopatolojik olarak değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar ki-kare testi ile istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bu istatistiksel değerlendirmeler ışığında, EMA içinde ve dışında, implantlı ve implantsız olan farelere ait histopatolojik sonuçlar karşılaştırıldığında gerek nötrofil lökosit infiltrasyonu gerekse granülasyon dokusu oluşumu açısından EMA içinde bulunan implantlı farelerin 15 günlük periyot sonundaki histopatolojik değerlendirmeleri birbirine benzer sonuçlar vermiştir. Tedavi uygulama süresinin kısalığı göz önüne alınırsa, EMA içinde bulunan implantlı farelerde 15 günlük periyot tercih edilebilir. Ayrıca elde edilen sonuçlara göre implantlı olanlarda uygulanan EMA' nın kısa sürede iyileşmeyi hızlandırdığı gözlenmiştir.Item Akademik Piyasalar, Emek Süreçleri ve Bilimsel Üretim: Keşfedici Bir Alan Çalışması(2009) ŞAHİN, Hasan; Siyasal Bilgiler FakültesiItem Akciğer kanserinde metabolik (CYP1) polimorfizminin ilaç rezistansındaki rolü(2008) İşcan, Mümtaz (Proje Yürütücüsü)Item Akciğer kanserinde metabolik (CYP1) polimorfizminin ilaç rezistansındaki rolü(2008) İŞCAN, Mümtaz; Eczacılık FakültesiItem Akciğer kanserinde metabolik (CYP2E1) polimorfizmin ilaç rezistansındaki rolü(2012) İşcan, Mümtaz ( Proje Yürütücüsü ); Ada, Ahmet O. ( Araştırma Sorumlusu ); Karacaoğlan, Volkan ( Araştırma Sorumlusu )Item AKCİĞER KANSERİNDE METABOLİK (GSTP1) POLİMORFİZMİNİN İLAÇ REZİSTANSINDAKİ ROLÜ(2007) İŞCAN, Mümtaz; Eczacılık FakültesiAkciğer kanseri olgularının çoğunu oluşturan küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastalarda kemoterapiye yanıt oldukça düşük düzeydedir. Bu kanser hücrelerin özelikle platinyum bileşiklerine karşı kemorezistansında çeşitli faktörler arasında glutatyon S-transferazlar (GST) önemli rol oynamaktadır. GST'lerdeki bazı polimorfizmler enzim aktivitesinin değişmesine ve bu da kemoterapiye duyarlılığın ve hastanın sağ kalım süresinin değişmesine neden olabilmektedir. Örneğin GSTP1 ekzon 5 (İle104Val) ve ekzon 6 (Ala114Val) genetik polimorfizmleri bu enzimin aktivitesini azaltabilmektedir. Bu çalışmada platinyum bazlı kemoterapi alan ilerlemiş evreli (evre III ve IV) küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) 139 hastanın (127'si erkek ve 12'si kadın) GSTP1 (İle104Val ve Ala114Val) gen polimorfizmleri ile kemoterapiye yanıtları ve sağ kalım süreleri ile ilişkileri araştırılmıştır. Genetik polimorfizmi lenfosit DNA'sı kullanılarak polimeraz zincir reaksiyonu ve restriksiyon parçası uzunluk yöntemiyle belirlenmiştir.. Platinyum bazlı kemoterapiye genelde hastaların 42'sinin (% 30.2) yanıt verdiği ve 97'sinin (% 69.8) ise yanıt vermediği saptanmıştır. Hastalarda GSTP1 polimorfizmlerinin platinyum bazlı kemoterapiye karşı alınan yanıtı anlamlı olarak değiştirmediği saptanmıştır. Genotiplerin kemoterapiye karşı verdikleri yanıtın yaş, cinsiyet, sigara içme durumları, uygulanan farklı ilaç rejimi, hastalığın evresi ve tümör histolojisi ile de etkilenmediği belirlenmiştir. GSTP1 ekzon 5 variant genotipine sahip hastaların sağ kalım süreleri yabanıl genotipe sahip hastalardan daha uzun bulunmazken (ortanca 16 aya karşı 18 ay; p=0,814) GSTP1 ekzon 6 variant genotipine sahip hastaların sağ kalım süreleri yabanıl genotipe sahip hastalardan daha uzun bulunmuştur (ortanca 22 aya karşı 16 ay; p=0,036). Düzeltilmiş çoklu regresyon Cox proportional hazard modeli de hazard oranının (hazard ratio-HR) 0,49 (% 95 Güven Aralığı (GA), 0,26-0,95, p=0,034) variant genotip ile koruyucu yönde sağ kalım süresi arasında ilişki olduğunu göstermiştir. Bu koruyucu yönde etki ekzon 5'te gözlenmemiştir (HR, 1,23; 0,68-2,22, % 95 GA, p=0,489). Benzer analiz, her iki genotipte, kemoterapiye yanıt ile sağ kalım arasında bir ilişkinin bulunmadığını göstermiştir (ekzon 5: HR, 1,48 ; % 95 GA, 0,83-2,63, p=0,181 ve ekzon 6: HR, 1,55; 95 % GA, 0,88-2,75, p=0,132). Bu sonuçlar, ileri evreli (evre III ve IV) KHDAK'lı hastalarda GSTP1 (Ala114 Val) polimorfizminin, yanıttan bağımsız olarak, klinik sonucu etkileyen lehte bir prognostik faktör olabileceğini ortaya koymaktadır.