Cilt:61 Sayı:02 (2021)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:61 Sayı:02 (2021) by Title
Now showing 1 - 20 of 27
Results Per Page
Sort Options
Item AKADEMİDE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK SÖYLEMİNİN TEZAHÜRLERİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Uştuk, Ozan; Other; OtherSürdürülebilirlik, sürdürülebilir kalkınma ile birbirinin yerine kullanılan çok katmanlı bir terimdir. Sürdürülebilirlik konusunun, Türkiye’deki üniversiteler ve yerel yönetimlerin gündeminde olduğu, bu kavram setini projelerine sıklıkla dâhil ettikleri görülmüştür. Sürdürülebilirlik söyleminin akademideki artan popülerliğine rağmen, söylemin akademisyenler tarafından nasıl alımlandığı ve akademisyenlerin konunun bilimsel çıktıları ile nasıl ilişkilendiğine yönelik detaylı bir inceleme mevcut değildir. İlgili kavramın; kalkınma, ilerleme, aydınlanma gibi kapitalizmin ideolojik olarak beslendiği söylem setleri ve argümanlar tarafından araçsallaştırılması, kapitalizmle ne ölçüde iç içe olduğu üzerine düşünmeyi de gerektirmektedir. Zira günümüzde tekno-bilimsel-ekonomik söylemin temelini oluşturan aydınlanmacı düşünce ve bu düşüncenin temellendirdiği pozitivist paradigmanın akademik söyleme yansıması, sürdürülebilirlik kavramının eleştirel bir irdelenmeye muhtaç olduğunu göstermektedir. Literatürdeki bu irdelemenin noksanlığından hareket ettiğimiz çalışmamızda, akademisyenlerin sürdürülebilirlik kavramına yönelik algısı ve bu kavramın doğası itibariyle sahip olduğu pratik ve kuramsal çelişkilerle nasıl bir ilişki kurdukları ve bu çelişkilere yönelik tutumları eleştirel söylem analizi yöntemi ile incelenmiştir. Böylece sürdürülebilir kalkınma söyleminin akademide nasıl dolaşıma girdiği, küresel bir söylem olan sürdürülebilir kalkınmanın yerelde nasıl yeniden inşa edildiği ve bu inşanın tutarsızlıklarına odaklanılmıştır. Zira akademide özellikle ‘sürdürülebilirlik’ konusunu çalıştığını iddia eden akademisyenlerin ‘neyi ürettiğimiz, neye güç verdiğimiz, ne yöne ilerlediğimiz sorusuyla baş başa kaldığında bu meseleyi eleştirel bir bakışla değerlendirmelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda sürdürülebilirlik söyleminin, daha iyi bir gelecek için çalıştığına inanan akademisyenlerin pratikleri aracılığıyla kalkınmacı ideolojinin yeniden üretimine sebep olup olmadığı sorguya açılmıştır.Item AKADEMİK ARAŞTIRMALARDA OKUL TEMELLİ VERİ TOPLAMA SÜREÇLERİ: TÜRKİYE İÇİN YÖNTEMSEL ÖNERİLER(Ankara Üniversitesi, 2021) Gülaçtı, Huri Gül Bayram; Other; OtherOkul ortamları çocuklardan, ergenlerden, ailelerden ve/ya öğretmenlerden veri toplamak amacıyla araştırmacılar tarafından sıklıkla tercih edilmektedir. Bilimsel araştırmalar için okul temelli çalışmalarda geçerli ve güvenilir verilerin toplanması çocuk ve ergen araştırmaları, geliştirilmesi planlanan araştırma uygulamaları ve müdahale programları için büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda, Türkiye’de okul araştırmalarının yaygınlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’nın okul temelli araştırmalardaki standardizasyonun sağlanması ile ilgili çalışmaları sayesinde bu süreç araştırmacılar için daha gelişmiş ve belirli olsa da uygulamacılar için süreci aktaran çok az Türkçe bir bilimsel kaynak bulunmaktadır. Ayrıca, araştırmacılar makalelerinde okullara başvuru ve veri toplama süreçlerine yöntem bölümünde kısaca değinmektedir fakat bu bilgilerde genellikle uygulamanın pratikleri yer almamaktadır. Bu makalede, Türkiye’de ve dünyada uygulanan okul temelli veri toplama sürecindeki çeşitli prosedürleri son yıllarda farklı şehirlerde ve farklı yaş gruplarıyla yaptığımız araştırmalardaki deneyimlerimizle harmanlayarak araştırmacılar için önerilerde bulunmayı hedeflemekteyiz. Bu amaçla, ilk olarak, okul temelli verilerin araştırmacılara sağladığı avantajlar ve araştırmacıların yaşayabilecekleri güçlükler anlatılmıştır. Daha sonra, güncel uygulamalar ve bilimsel çalışmalar ışığında veri toplama sürecine hazırlık, verilerin toplanması ve verinin korunması süreçleri beş ana başlıkta (Gerekli Kurumsal Onayların Alınması, Okul Yönetimi ve Öğretmenlerle İşbirliği, Katılımcılara Ulaşma ve Araştırmaya Katılım, Veri Toplama Sürecinin Planlanması, Veri Toplama Süreci ve Sonrası) anlatılmıştır. Bahsedilen konuların ve önerilerin, araştırmacılara okul temelli yürütmeyi planladıkları bilimsel araştırma süreçlerinde yardımcı olmasını umuyoruz.Item AKİF PAŞA’NIN YARGILANMASI: TANZİMAT’IN UYGULANMASI MI, SİYASÎ BİR HESAPLAŞMA MI?(Ankara Üniversitesi, 2021) Keklik, Ebubekir; Other; OtherÖz Akif Paşa son dönem Osmanlı idarecilerinden, Sultan II. Mahmut devri bürokratlarındandır. Hem Osmanlı idare tarihinde hem Osmanlı-Türk edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Divan sahibi ünlü bir şairdir. Paşa pek çok edebiyat tarihçisince modern Türk nesrinin öncüleri arasında sayılmaktadır. II. Mahmut döneminde bakanlıklar kurulurken önce Hariciye Nazırı ardından Dahiliye Nazırı olmuştur. Dönemin önde gelen devlet adamlarından Pertev Paşa ve Pertev Paşa’nın yetiştirmelerinden Mustafa Reşit Paşa’yla rekabeti Akif Paşa’nın mesleki ve kişisel hayatında büyük bir yer işgal etmektedir. Sultan Abdülmecid’in tahta çıkışıyla Kocaeli sancağı müşirliğine tayin edilmiş ancak oradaki görevinden çok tartışmalı bir şekilde azledilmiştir. Kocaeli sancağından hakkındaki şikâyetler sebebiyle azledilen Akif Paşa Tanzimat’a aykırı iş yaptığı iddiasıyla görevden alınan ve yargılanan ilk devlet adamlarındandır. Ne var ki, Akif Paşa’nın görevinden azledilip yargılanması kimilerince eski-yeni mücadelesinin ürünü bir siyasi hesaplaşma kimilerince ise Tanzimat’ın uygulanması olarak görülmüştür. Akif Paşa’nın bir siyasi hesaplaşmaya kurban gittiğini düşünenlere göre baş sorumlu Tanzimat’ın mimarı Mustafa Reşit Paşa’dır. Ancak ortada -siyasi hesaplaşma iddialarını doğrulayacak veriler bulunmasına rağmen- Akif Paşa’ya ait bir yolsuzluk ve rüşvet dosyası bulunmaktadır. Bu makalenin amacı bütün verileri -başta arşiv belgeleri olmak üzere- değerlendirerek Akif Paşa dosyasının asıl dayanağının ne olduğunu tartışmaktır. Anahtar Kelimeler: Akif Paşa, Tanzimat, Yolsuzluk, Kocaeli, Mustafa Reşit Paşa.Item ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ DERGİSİ'NİN BİBLİYOMETRİK ANALİZİ: 1942-2020(Ankara Üniversitesi, 2021) Özel, Nevzat; Bilgi ve Belge Yönetimi; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiBu araştırmada, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi’nin bibliyometrik açıdan analiz edilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle Dergi’nin misyon ve vizyonu tarihsel süreçte ele alınmıştır. Bu değerlendirmeden sonra Dergi’de yayımlanan makalelerin yıllara ve dillere göre dağılımı ile yayımlanan makalelerin konu dağılımı, yazar profili, yazar sayıları ve en sık atıf alan yazar ve yayınlar incelenmiştir. Çalışma kapsamında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi’nde 1942-2020 yılları arasında yayımlanmış toplam 1668 makale değerlendirilmiştir. Elde edilen veriler ayrıntılı bir biçimde analiz edilerek araştırma bulguları oluşturulmuş ve sunulmuştur.Item ANKYRA ÇEVRESİ’DE ROMA DÖNEMİ İZLERİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Güray, Çüğdem Gençler; Arkeoloji; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiRoma İmparatorluğu’nun Galatia Eyaleti’nin başkenti olan Ankyra, MÖ 25 yılından itibaren bölgenin önemli kentlerinden biri olmuştur. Ankyra kenti üzerine bugüne kadar yapılmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır ve bu sayede kentin yapısal, sosyal ve siyasal oluşumu hakkında fikir sahibi olabilmek mümkündür. Ankyra çevresi ile ilgili bilgilerimizin büyük bir çoğunluğu ise Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin yaptığı kurtarma kazıları ve gerçekleştirilen yüzey araştırmalarından gelmektedir. M.Ö. 25 yılında İmparator Augustus ile Roma Egemenliği’ne geçen ve Roma’nın Galatia eyaleti olan bölgedeki, en önemli değişim, Galat yöneticilerinin konumlandığı kale yerleşimlerinin (phrourion) yerine, Roma kültürünü yansıtan planlı kent dokularının ve kentlerle bağlantılı yol ağ sistemlerinin oluşmasıdır. Eyalet, Augustus tarafından, aslında daha öncesinde de benzer bir bölünmenin olduğu, üç polis halinde organize edilmiştir: Pessinus Tolistobog Galatların, Ankyra Tektosag Galatların ve Tavium ise Trokmi Galatlarının merkezleriydi. Ankyra, Galatia Eyaleti’nin başkenti olmuş ve kentte, Roma İmparatorluğu’nun propaganda yapıları olarak tanımlayabileceğimiz çok sayıda anıtsal yapı inşa edilmeye başlamıştır. Başkentte bu şekilde bir Romalılaşma süreci gerçekleştirilirken, kırsalda ise “Colonia Germa” ve “Kinna” gibi yeni koloni kentler kurularak buralarda Romalı veteranlara yer veriliyor böylece, bölgenin Romalılaşması sağlanıyordu. Bu koloni kentlerin dışında, Ankyra çevresinde bulunan köy/kasaba ve kale niteliğindeki küçük yerleşimlerde de bir yaşam sürekliliğinin olduğu arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Bu çalışma, Ankyra çevresinde, bugüne kadar yapılmış çalışmaların ve tarafımca başlatılan yüzey araştırmasının genel bir değerlendirmesini içermektedir. Bütün veriler, ekte verilen haritaya yerleştirilerek Roma Dönemi Ankyra çevresinin genel bir taslağı çıkarılmıştır. Bu yerlerin yayılım alanı, yapısal özellikleri gibi veriler ancak ileride yapılacak detaylı kazı ve yüzey araştırmaları ile anlaşılabilecektir.Item BİRİNCİ ULUSAL MİMARLIK AKIMININ TAŞRADA İZLERİ: CUMHURİYETİN DEMİRYOLU ANITLARINDAN “KAYSERİ İSTASYONU 31 PLAN NUMARALI LOJMAN”(Ankara Üniversitesi, 2021) Sunay, Serkan; Sanat Tarihi; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiOsmanlı’nın son döneminde Avrupa mimarisinden yansıyan üsluplara bir karşı duruş olarak gelişen söylemler ve milli bir üslup yaratma çabaları neticesinde gelişen Birinci Ulusal Mimarlık Akımı, 1908’den 1930’lu yıllara kadar etkisini hissettirmiştir. Bu anlamda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin idealleri ile de örtüşen bu akım, sadece cumhuriyetin metropollerini donatan bir üslup olarak nitelendirilemez. Ayrıca taşradaki birçok kamu yapısının mimari karakterine de yön vermiştir. Bu taşradaki kamu binalarından bir grubu da demiryolu binalarıdır. Genç cumhuriyetin demiryolu altyapısını süratle tesis etmek istemesi bir tesadüf değildir. Memleketin savunması ve ekonomik kalkınması için bu gereksinim, olmazsa olmaz bir politika olarak görülmüş; gerekli adımlar atılmıştır. Bu kapsamda istasyon binaları, lojmanlar, su depoları, gibi demiryolunun ihtiyaçlarına yönelik pek çok eser yapılmışsa da bunlar arasında görece istasyon binaları araştırma ve inceleme konusu olmuş, diğer eserlere büyük ölçüde değinilmemiştir. Lojman binalarının mekânsal tasarım yönü, mimari özellikleri ve tipolojik sınıflandırmasının anlaşılabilmesi adına belirli bir tip tercih edilerek inşa edilen bu eserlerin daha iyi analiz edilmesi gerekmektedir. İstasyon binaları haricindeki diğer binalar, demiryolu taşımacılığının sürdürülebilir olmasını sağlamakla kalmaz; aynı zamanda fiziki yapıları ile istasyonun siluetini tamamlayıcı bir rol de üstlenirler. Bu çalışmada, Kayseri tren istasyonu sahasında mevcut, asli halinde iki katlı ve iki kullanıcı için tasarlanmış 31 plan numaralı lojman binası rölöveleriyle birlikte mimari ve sanatsal yönü vurgulanarak tanıtılacak, söz konusu binanın mimari öyküsü ile Birinci Ulusal Mimarlık Akımı kapsamındaki yeri ortaya çıkarılacaktır.Item BREAKING THE SILENCE: WOMAN AS A SUBJECT IN PAT BARKER’S THE SILENCE OF THE GIRLS(Ankara Üniversitesi, 2021) Altın, Merve; Other; OtherPat Barker’s latest novel The Silence of the Girls (2018) retells the events taking place in The Iliad from the perspective of Briseis, Achilles’ bed-slave. The aim of this paper is to analyse The Silence of the Girls in the light of écriture feminine, a term coined by Hélène Cixous in her essay, “The Laugh of Medusa” first published in 1975. It is found out that in her novel, The Silence of the Girls, Barker foregrounds the notions of the female body, female voice and experience, and thus, problematises the dominant and hegemonic systems of representation in language and culture by focusing on the female body, female voice and experience. Moreover, this study asserts that the concept of bisexuality, one of the important features of écriture feminine, is also evident in the novel as the author also writes from the perspectives of male characters, Achilles and Patroclus. In that sense, the depiction of male perspective and experience also helps to challenge and undermine the notions of heroism and masculinity that are one of the most persisting elements in Western myths and culture. It is concluded that The Silence of the Girls challenges and debunks the age-old patriarchal systems of representation that subdue the female body, voice, perspective and experience by proposing a new kind of female subjectivity that frustrates the phallocentric representations of female characters in the works of literature drawing their sources from myths, age-old cultural assumptions and practices.Item ÇOCUK YAZINI ÇEVİRİSİNDE SES YANSIMALARI(Ankara Üniversitesi, 2021) Turan, Dilek; Other; OtherYansıma sesler, dilsel göstergelerle oluşturulan ve duyulan sesi taklit eden veya onu çağrıştıran kelimeler olarak tanımlanırlar. Anlatıma canlılık katan ve okurun ilgisini metne çeken bu yansıma seslere çoğunlukla çocuk kitaplarında rastlanır. Dolayısıyla Çocuk Yazınında önemli bir yeri olan ses yansımalı sözcüklerin çevirisi de üzerinde durulması gereken bir konudur. Yansıma sesler her ne kadar çeviribilim alanında az ilgi gösterilmiş konulardan biri olsa da, çeviribilim ve dilbilimin kesiştiği önemli bir disiplinlerarası çalışma alanı oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı diller arası karşılaştırma yapmak ve yansıma seslerin Almanca-Türkçe dil ikilisindeki ilişkiyi örnekler eşliğinde göstermektir. Bu amaçla bu çalışmada Almanca-Türkçe örneğinde, Ulrich Hub’un “An der Arche um Acht” (2020) (“Saat Sekizde Gemide”, 2021) adlı Almanca çocuk kitabından yola çıkılarak kaynak metindeki ses yansımalı kelimelerin erek metinde/dilde (Türkçede) nasıl karşılık bulduğu incelenecektir. Bu diller arası karşılaştırmada erek metinde yansıma seslerin hangi çeviri yaklaşımlarıyla çevrildikleri, “çocuğa göreliğin” ne kadar dikkate alındığı irdelenecektir. Bu çalışmayla diller arası karşılaştırmalarda ses yansımalı kelimelerin benzerlik ve farklılıkları incelenerek çeviri ve çeviri çocuk yazını için açılımlar ortaya konmaya çalışılacaktır.Item DR. B. R. AMBEDKAR’IN HAYATI VE HİNDİSTAN SİYASİ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Kökdemir, Esra; Other; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiHindistan’ın 1947 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından, bağımsızlık sürecine çalışmalarıyla doğrudan etki eden ve 1950 yılında kabul edilen Hindistan anayasasına önemli katkıları olan Ambedkar, dokunulmazlar (untouchables) olarak bilinen toplulukların (dalit) liderliğini yaparak haklarını savunmuş, bununla birlikte kadın haklarını da savunarak sosyo-ekonomik ve sosyo-dini yönden ezilen kadınların sorunlarıyla ilgilenmiştir. Hindistan’daki mevcut kast sistemi baz alındığında, alt kasta ait bir birey olarak doğması, Ambedkar’ın özellikle gençlik yıllarında yaşadığı sorunlara kaynaklık etmiş, ancak aynı durum ileride çok önemli bir sosyal reformcu ve politikacı olmasına da vesile olmuştur. Çalışmada, Hint toplumundaki sosyal tabakalaşma örneğini bizzat yaşamış tarihsel kişilik olan Ambedkar’ın hayatı incelenmiş olup, yaşadığı süre boyunca Hindistan tarihine ve siyasetine yaptığı katkılar aktarılmıştır. Diğer yandan ölmeden önceki son yılında Buddhist olan Ambedkar’ın, din değiştirmesiyle birlikte dalit toplumunun dini inanışlarında meydana getirdiği dönüşümler çözümlenmeye çalışılmıştır.Item ENVAİÇEŞİT ÜRÜNLER: İBRET VE HADİKA GAZETELERİNDE REKLAMLAR VE BU GAZETELERİN OKUYUCU KİTLESİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Kızılca, Gül Karagöz; Tarih; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi1839 yılında Babıali, merkezi yönetimi güçlendirmek amacıyla devleti yeniden yapılandıran 1839-1876 yıllarını kapsayan Tanzimat reform programını uygulamaya sokmuştur. Bu süreçte, Babıali daha merkezileşen ve halkın üzerinde kontrolünü arttıran yönde yönetme biçimini değiştirmiştir. Ancak merkezileşme girişimleri, Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da kaldırılması örneğinde görülebileceği üzere Tanzimat’tan önce başlamıştır. Merkezileşme çabalarının ürünlerinden biri de gazete basımıdır. Toplumun ve devletin yeniden yapılandırıldığı bu dönemde devlet, 1831yılında ilk Osmanlıca gazeteyi basmıştır. 1840 yılından başlayarak ise, Osmanlı toplumu için yeni bir gelişme sayılan gazetelerde reklam basımı başlamıştır. Basım faaliyetlerinin başladığı bu dönemde başka gelişmeler de yaşanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu ve kapitalist Avrupa ekonomileri arasındaki ticari ve iktisadi ilişkiler artmıştır. Ulaşım ve iletişim altyapısındaki gelişmeler ve Avrupa ile artan ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa’da imal edilmiş ve yeni bir tüketici tipine ihtiyacı olan ürünlerin ithal edildiği bir pazar haline getirmiştir. Bu süreçte, Osmanlı halkı gazete ilan ve reklamları aracılığıyla düzenli ve gittikçe artan biçimde, hepsi Avrupa menşeili olmasa da ağırlıklı olarak Avrupa’dan ithal edilmiş albenili ürünler ile tanışmıştır. İbret ve Hadika, zamanının iki önemli gazetesidir. 1872-73 yılları arasında basılan bu gazeteler, yüksek tirajlara ulaşmış ve halkın sesi haline gelmişlerdir. Ancak, bu iki gazetenin reklamlarına odaklanan ve bunlarda yayınlanan ilan ve reklamlarda Osmanlı’nın değişen gündelik hayat tarzının izini süren çalışma bulunmamaktadır. Ama belki daha önemlisi, Osmanlı basın tarihçisinin günümüze kadar saklanamaması nedeniyle, gazete okuyucuların abonelik kayıtlarına ulaşma şansından yoksun oluşudur. Bu nedenle, bu çalışmada 1872-73 yılları arasında basılan İbret ve Hadika’nın ilan ve reklamlarını inceleyerek, bunların gazetelerin okuyucu kitlesinin tespitinde kullanılıp kullanılamayacağını anlamaya çalıştım. Ayrıca, İbret ve Hadika’nın ilan ve reklamlarını çalışmanın merkezine alarak bu reklamların Osmanlı halkının Tanzimat ile birlikte hayatının her alanda deneyimlediği sosyal ve ekonomik değişimleri hangi biçimlerde yansıttığını gösterdim.Item FROM ECOPHOBIA TO ECOSOPHY IN CHANTAL BILODEAU’S SILA(Ankara Üniversitesi, 2021) Gülter, Işıl Şahin; Other; OtherEcological thinking, which has recently found expression in a wide range of critical and literary works, has been slow to take hold in the field of theatre and performance arts, both in scholarship and practice. Ecological theatre, placing ecological reciprocity at the centre of its dramatic and thematic content, rejects the humanist paradigm of Western theatre, situating humans and non-humans in a mutually reliant framework. Thus, ecological theatre problematizes the notion of ecophobia that postulates the superiority of humans over non-humans, shoring up culture/nature dualism. Drawing upon Felix Guattari’s notion of ‘ecosophy’ in Three Ecologies (2000), ecosophical theatre emerges as a new kind of ecological theatre, which includes not only human-non-human interactions but also social relations and human subjectivity. Therefore, by bringing into the spotlight the ecosophical theatre qualities, this paper aims at exploring how ecosophical theatre connects subjective, social, and ecological registers through new ethico-political and aesthetic paradigms and allows for fresh modes of existence, social reconfigurations, and original communitarian harmonies. In this context, by analyzing French-Canadian playwright Chantal Bilodeau’s Sila (2015) from an ecosophical point of view, this paper indicates that Bilodeau participates in the processes of resingularization and social construction by making use of theatre’s capacity to modify our subjectivities through the ‘ethico-political and aesthetic paradigms’ that Guattari suggests.Item ITALIANS AND OTHERS IN THE SHADOW OF ABDULHAMID KHAN(Ankara Üniversitesi, 2021) Özkan, Nevin; İtalyan Dili ve Edebiyatı; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiShortly after Abdulhamid II had become padishah, a book that would prove to be highly influential would be published by the Milanese Treves publishing house: "Costantinopoli" by Edmondo De Amicis. This travel account that shows the influence of earlier French writing (Lamartine, Flaubert, Nerval and others) may be considered the Italian key text on the formative years of Abdulhamid during the reign of Abdulaziz. Not only Italian travelers would be strongly influenced by his impressions and descriptions, but also many European tourists would look at the Ottoman court and capital through his eyes. It can be supposed that the sovereign himself showed a great interest in foreign travel accounts. He certainly did as far as the Italian presence in his state is concerned. He well knew that the Italian presence in Constantinople (Pera, Galata) preceded the city’s Ottoman conquest, this making it the oldest ethnic group – if it is allowed to speak of Venetians, Genoese and many others as a nation, while in reality they had quite recently joined in a process of nation building – after the original Greek population. Not only that: the Italian states had been business partners from the Late Middle Ages (as well as military antagonists). The sympathetic Italian outlook on Constantinople will have contributed in a notable way to the Sultan’s benevolence vis-à-vis Italian culture. Orientalist tendencies in Italian art such as represented by some of Verdi’s operas or Donizetti Pasha’s musical creations, excellent painters such as Zonaro, architects as D’Aronco, tailors as Parma were much welcomed and supported by the Sultan whose keen interest in European culture and technical know-how would be unjustly overshadowed by his political conservatism and his struggle for autonomy as a world leader. Thanks to his efforts contemporary Ottoman culture will find its place among the nations. In this article we will examine some prominent Italian artists and their creations for the Ottoman court.Item KARL MARX’IN YABANCILAŞMA KAVRAMININ EPİK TİYATRO MÜZİĞİNE ETKİSİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Dinç, Ayşegül; Other; OtherMarksizm, yabancılaşmayı, “insan emeği” ve “üretim araçlarının mülkiyeti” arasındaki ilişkinin çarpık ve eşitliksiz organizasyonu nedeniyle oluşan ve ekonomiden toplumsal hayata, toplum üzerinden kişisel alana sirayet eden ve insan doğasını yok eden bir tecrit ağı olarak yorumlar. Bertolt Brecht’in (1898- 1956), epik tiyatrosunda kullandığı tekniklerden yabancılaştırma efektinin düşünsel kaynaklarından birisi Marksizmdeki yabancılaşma kavramıdır. Epik bir oyunda yabancılaştırmayı sağlayan temel unsurların başında oyunun müzikleri gelir. Yabancılaşma kavramını merkezine almış bir müzik sayesinde, seyirciyle oyun arasına mesafe konulabilir, yani seyirci sahneye yabancılaştırılabilir ve böylece seyirci, oyunun dikkat çektiği toplumsal meselelere daha eleştirel bakabilir. Müzikler aracılığıyla oyun ile seyirci arasında aktif ve diyalektik bir ilişki kurulabilir. Bu çalışmada Marksizmdeki anlamıyla yabancılaşma kavramının, epik tiyatroda müzik özelinde nasıl yorumlandığı ve epik tiyatroda müzik-yabancılaşma kavramları arasında nasıl bir ilişki olduğu sorularına cevap aramaya çalıştım.Item KLASİK YA DA MODERN? DÜRRENMATT'IN DEDEKTİFİ KOMİSER BÄRLACH(Ankara Üniversitesi, 2021) Akşit, Betül Yalçınkaya; Dilbilimi; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiSuç ve suçlu anlatılarının edebiyattaki temsilcisi olan polisiye türü ortaya çıkışından günümüze kadar çeşitli gelişim ve değişim evrelerinden geçmiştir. Bu süreç içerisinde hem biçim ve kurgu hem de kişiler kadrosunda çeşitli gelişim ve değişimler gerçekleşmiştir. Belirli bir şablona dayalı olan klasik polisiye anlatıların şablonunun kırılmasıyla birlikte polisiyenin en önemli figürü olan dedektif de artık klasik dedektif özelliklerinin dışına çıkmaya başlamıştır. Friedrich Dürrenmatt’ın “Yargıç ve Celladı” ile “Şüphe” adlı polisiye romanlarının dedektifi olan komiser Bärlach klasik dedektiflerle bazı ortak özelliklere sahip olsa da klasik dedektifler arasında sayılıp sayılamayacağı tartışmalı bir konu olmuştur. Bu çalışmada söz konusu tartışmaya yön verebilmek adına klasik dedektiflerin özellikleri genel hatlarıyla ortaya koyularak komiser Bärlach’ın yetenekleri, kişilik özellikleri ve alışkanlıkları kıyaslanmaya çalışılmıştır. Dürrenmatt’ın dedektif figürü komiser Bärlach’ın hangi yönleriyle klasik dedektifler arasında sayılabileceği ve hangi yönleriyle klasik dedektiflerden ayrıldığı “Yargıç ve Celladı” ile “Şüphe” adlı eserlerinden yapılan örneklerle de desteklenerek gösterilmiştir. Sonuç olarak Dürrenmatt’ın her iki eserde de görülen komiser Bärlach figürünün “Yargıç ve Celladı” romanının ilk bölümlerinde genel anlamda klasik polisiye roman dedektifleriyle kesişim noktalarına sahip olduğu izlenimini vermiştir. Ancak komiser Bärlach “Şüphe” romanı boyunca artarak devam eden bir tersine gelişim süreciyle klasik dedektifin o mükemmel özelliklerinden uzaklaşmıştır. Böylece Friedrich Dürrenmatt, komiser Bärlach’ı klasik dedektif figürüne ait şablon özelliklerin ötesine taşıyarak klasik polisiye roman dedektifinin zıt kutbunda yer alacak bir “anti-dedektif” figürü yaratmıştır.Item KÜLTÜR EMPERYALİZMİ: BİR KAVRAMIN TÜRKİYE’DEKİ TARİHİ ÜZERİNE BİR İNCELEME (1960-1980)(Ankara Üniversitesi, 2021) Çelik, Seçkin; Other; Other1960’tan önce kültür emperyalizmi kavramının kullanıldığı az sayıdaki metni bir yana bırakırsak Türkiye’de bu kavramın bilimsel ve popüler düzeyde yaygın kullanıma girmesi 1960-80 döneminde gerçekleşmiştir. Üçüncü Dünya Ülkeleri olarak tanımlanan ülkelerin bağımsızlıklarını kazandıkları II. Dünya Savaşı sonrası dönemde kültür-emperyalizm ilişkilerine yönelik yeni yaklaşımların ortaya çıkması, bu kavramın popülerleşmesinde en belirleyici etkendi. Türkiye’de kültür emperyalizmi kavramına ilişkin yaklaşım farkları, siyasal söylemlerdeki farklılıklarla paralellik gösteriyordu. Ancak söylem içi farklılıklar da söz konusuydu. Kültür emperyalizmi kavramını tamamen reddeden entelektüeller dışarıda bırakılırsa, sol söylemde kültür emperyalizmi büyük ölçüde, ekonomik ve siyasi emperyalizmi destekleyici bir unsur olarak görülmüş ve kültürel bir dayatmayla ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte Üçüncü Dünyacı ve Batı karşıtı sol yaklaşımlar ile Batı hümanizmini insan uygarlığına çok önemli bir katkı olarak gören sol yaklaşımlar arasında bu kavramın nasıl ele alınacağı noktasında farklar ortaya çıkmıştır. Batı, emperyalizm ve kapitalizm arasındaki ilişkiler ne ölçüde dolaysız sayılıyorsa, Batılı kültür ürünlerine yönelik eleştirellik de o ölçüde artmıştır. Sağ söylemde ise farklılaşma milliyetçi-muhafazakâr yaklaşımla İslamcı yaklaşım arasındaydı. Ağırlıklı olarak kültür emperyalizmi; Batılılaşma, hümanizm ve materyalizmle ilgili zaten mevcut olan eleştirilere uygun düşen bir kavram olarak algılanmış ve dolayısıyla mevcut söyleme kolayca adapte edilmiştir. Bununla birlikte milliyetçi-muhafazakâr söylemde kültür emperyalizminin ana hedefi ve dolayısıyla ona karşı çıkılacak temel olarak milli kültür görülürken, İslamcı çevrelerde din bu anlamda ön plana çıkıyordu.Item MARİ KRALİYET BELGELERİNDE SU TAŞKINLARI İLE BARAJ/BENT YAPIMI VE TAMİRATINA İLİŞKİN KAYITLAR(Ankara Üniversitesi, 2021) Albayrak, İrfan; Eskiçağ Tarihi; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiMari Krallığı, M.Ö. II. Binde Mezopotamya’nın hem siyasi yapılanmasında hem de Orta Fırat bölgesindeki kara ve nehir yolu ticaretinde kilit rol üstlenmiş bir merkezdir. Eskiçağ araştırmalarında Mari Krallığını önemli kılan bir diğer faktör de, Mari sarayında ele geçen 20.000 civarında krallığın çeşitli konulardaki idari belgeleridir. Burada açığa çıkarılan metinlerin çoğu, Mari kralı Zimri-Lim ile onun yüksek dereceli memurları arasında farklı konularda yazılmış mektuplardan oluşmaktadır. Mari kraliyet arşivi belgeleri, Eski Yakındoğu arşivleri arasında ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü bu mektuplar, Yakındoğu krallıklarının siyasi ve askerî işleri yanında bölgedeki halkların sosyo-kültürel durumları ve aralarındaki etkileşimler hakkında değerli bilgiler vermektedir. Ayrıca belgeler arasında içeriği bakımından edebî, dinî, mitolojik ve aile içi yazışmalara ilişkin önemli kayıtlar da bulunmaktadır. Mari kraliyet mektupları arasında, Mari ve yakın bölgelerdeki yerleşimlerde meydana gelen sel felaketleri ve taşkınlara karşı idarenin aldığı tedbirler çerçevesinde yürütülen imar faaliyetleri ile su kaynaklarının kullanımı ve yönetimi konusundaki uygulamaları içeren 25 kadar mektup tespit edilmiştir. Makalenin konusu, bu 25 mektup ve içeriği çerçevesinde şekillenmiştir.Item MEKÂN OLARAK MUTFAĞIN SOSYAL KULLANIMI VE MUTFAK PRATİKLERİ: ANKARA ÖRNEĞİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Geçgin, Ercan; Other; OtherAnkara’da orta sınıfa mensup olup mutfağı aktif olarak kullanan 23 kişi (21 kadın, 2 erkek) ile derinlemesine görüşmelere dayalı şekilde, 2019 yılında gerçekleştirilen bu araştırma, mekân olarak mutfağın sosyal kullanımına ve mutfakta gerçekleştirilen pratikleri anlamaya yöneliktir. Görüşmecilerin mutfağı kullanmalarına, deneyimlemelerine ve onu anlamlandırma biçimlerine göre üç kategori ortaya konulmuştur: Mutfağı olumlayanlar, mutfağı olumsuzlayanlar ve mutfağa göreli bakanlar. İlk kategoridekiler, mutfak işlerini sevmekte ve mutfakta huzur bulmaktadırlar. İkinci gruptakiler mutfak işlerini zorunluluktan yaptıklarını; üçüncü kategoridekiler ise göreli durumlarda mutfak işlerinden keyif aldıklarını ifade etmişlerdir. Kullanıcıların çoğunluğu için mutfak, birincil ihtiyaçların etrafında örülen sosyal ilişkilerin mekânına, başka bir ifadeyle yaşam ortamına dönüşmüştür. Kullanıcıların küçüklüklerinden itibaren öğrenip içselleştirdikleri davranış örüntüleri onların mutfak habitusunu oluşturmaktadır. Bu habituslar kullanıcıların hem kendi hem de başkalarının mutfaklarında sergiledikleri kalıp davranışlar ile mutfak düzenliliklerinden meydana gelmektedir. Düzenlilikler, kullanıcılar tarafından mutfakta içe dönük ve dışa dönük şekilde örgütlenmekte, kendine has ritimle tekrarlanmaktadır. Düzeniyle, kullanıcıların sergiledikleri pratiklerin doğrusal tekrarlarıyla her mutfağın bir gramerinin olduğu söylenebilir. Sosyal kullanımının artmasıyla birlikte mutfak, hem bellek mekânına hem de bireylerin kimlik performanslarını sergiledikleri tiyatro-mutfak statüsüne dönüşmektedir. Ayrıca araştırmada, mutfağın sosyal kullanımında önemli değişimlerin yaşandığı da keşfedilmiş; söz gelimi kadınla özdeşleştirilen mutfak imajının giderek parçalanmakta olduğu bulgusu bunlardan biri olmuştur.Item MODERN ÇİN EDEBİYATI YAZARI YE SHENGTAO’IN “BAY PAN SIKINTI İÇİNDE” ADLI HİKÂYESİNİN İNCELEMESİ(Ankara Üniversitesi, 2021) Cantürk, İsmigül; Other; OtherModern yazar, eğitimci, gazeteci, yayıncı ve politikacı olarak tanınan Ye Shengtao 叶圣陶 (28 Ekim 1894 - 16 Şubat 1988), -daha önce Ye Shaojun 叶绍钧 olarak bilinen-, 28 Ekim 1894'te Jiangsu Eyaleti, Suzhou'da doğdu. Modern Çin hikâyeciliğinin önde gelen temsilcilerinden biri olarak tanınır. Kısa öyküleri ve çocuk edebiyatına kazandırdığı eserlerle tanınan yazar aynı zamanda eğitim alanında da çok sayıda çalışma yapmıştır. Eğitimci kişiliği, hikâyelerinin temasını etkilerken, halk tarafından daha sevilmiştir. Hikâyelerinde yerel halkın yaşadığı sıkıntıları tema olarak seçerken Çin edebiyatında gerçeklik bakış açısı ile eserlerini kaleme almıştır. Sıradan halkın yaşam öykülerini ve karşılaştıkları zorlukları ustaca kaleme alan yazar, anlatım ve dil-üslup açısından Dört Mayıs dönemi edebiyat akımlarının yazınsal özelliklerini benimsemiştir. Gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırların belirsiz olduğu çok sayıda eseri Çin edebiyatına kazandırmıştır. Dört Mayıs Hareketi'nin etkisi altında, Ye Shengtao kendini edebi çalışmalara adamış, "edebiyat insan yaşamı içindir" (文学为人生) ve "gerçeklik" (现实主义) felsefesini benimsemiştir. Bu çalışmada yazarın hikâyeci kimliği ile Bay Pan Sıkıntı İçinde (潘先生在难中) adlı eseri incelenmiştir. Hikâye, tema ve anlatım özellikleri bakımından incelenmiş; başkahraman özellikleri, zaman ve mekân ayrıntılı tahlil edilmiştir. Bay Pan Sıkıntı İçinde adlı hikâye, ön planda okul müdürünün savaş sırasında ailesini koruma çabasını anlatırken, arka planda savaşın gerçek yüzünü ve insanın değişken psikolojik ruh halini anlatmaktadır. Hikâyenin yazınsal özellikleri kadar başkahramanın sergilediği bireysellik, zorluk içinde ruh hali, içinde bulunduğu çıkmaz hikâyenin dikkat çekici olmasını ve yıllardır okunmasını sağlamıştır.Item OSMANLI DEVLETİ'NİN TORPİDOLAR HAKKINDA WHITEHEAD VE SIMS ŞİRKETLERİ İLE YAPTIĞI YAZIŞMALAR(Ankara Üniversitesi, 2021) Geçili, Derya; Other; OtherOn dokuzuncu yüzyıla kadar deniz savaşlarında sadece top ve tüfek kullanılmıştır. Büyük devletlerin silahlanma yarışları ve savaşlar sonucunda bunların yeterli gelmemesinden dolayı yeni tip silahlar üretilmeye başlanmıştır. Bunların en önemlisi düşman gemilerinin yaklaşmasına engel olabilmek amacıyla kullanılan torpidolardır. Savunma amaçlı kullanılmaya başlanan torpidolar, bir süre sonra saldırılar sırasında da etkili bir silah halini almıştır. Torpidolar, düşman belirlendikten sonra onu en zayıf noktasından vurabildiğinden savaşta büyük etki meydana getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin askeri alanda modernleşme girişimleri çerçevesinde Avrupa’dan getirtilen Hobart Paşa ve Woods Paşa gibi uzmanların yönlendirmesiyle denizlerde güvenliğin sağlanabilmesi için torpidolar satın alınmasına karar verilmiştir. Bahriye Nezareti tarafından bir Torpido Komisyonu oluşturularak incelemelere başlanmıştır. Önce Whitehead, daha sonra Sims-Edison şirketleri ile görüşülmüş ve İstanbul boğazında deneme atışları yapılmıştır. Bu incelemelere bağlı olarak torpidolar satın alınarak Osmanlı donanmasının geliştirilmesine çalışılmıştır. Bu çalışmada Sims ve Whitehead şirketleri ile yapılan görüşmeler ve satın alınan torpidoların özellikleri ele alınmıştır.Item PASSAGES OF ECONOMIC MIGRANTS IN CARYL PHILLIPS’ THE FINAL PASSAGE AND TÜRKLER ALMANYA’DA BY BEKIR YILDIZ(Ankara Üniversitesi, 2021) Töngür, Abdullah Nejat; Other; OtherCaryl Phillips’ The Final Passage (1985) is about the Caribbean characters from St.Kitts who immigrated to Britain in 1958 and Bekir Yıldız’s Türkler Almanya’da (1966) depicts the characters who went to Germany in the early 1960s in the first wave of the move of the Turkish guest workers. Although Phillips’ and Yıldız’s novels reflect the lives of individuals from two different cultures and two different countries who had totally different life styles, cuisine, traditions, rituals, flora, fauna, climate and history, there are many parallelisms between the novels. Because the patterns, dynamics, push and pull factors of immigration of people from all the Caribbean countries including St.Kitts and Nevis to Britain which began in the late 1940s and recruitment of guest workers from Turkey to (Federal) Germany which started in the early 1960s were based on economic reasons which turned these passages into a chain migration soon despite the hardships suffered in the host countries. So, the aim of this study is to make a textual and comparative analysis of the flow of the Caribbean people and Turkish people from the standpoint of the ‘economic immigration’ and show that the migration from developing to developed countries was physically, emotionally and mentally demanding, excruciating and challenging whether there was a colonial bond or not. The study concludes that in spite of the differences between the sending countries, living and working in another country for all the ‘economic migrants’ from different parts of the world required perseverance, endurance, flexibility and adaptive skills on the part of the guest workers and immigrants in addition to basic needs of work, shelter, food and respect.